Ali Zitouni

Turkcell Süper Lig'in ilk yarısının son haftasında çok saçmasapan goller kaçtı esasında, Sercan Yıldırım'ın çalımlar sonrası topu kaleye itemeyişi, Kahe'nin akıl almaz laubaliliği, Guiza'nın altıpastan topu Karadeniz semalarına dikmesi...Ama öyle bi pozisyon var ki, gözlerden kaçsın istemedim. Kayserispor - Antalyaspor maçının son anlarında Ali Zitouni'nin kaçırdığı gol, hafızamdan hiç silinmeyecek olaylar arasında yerini alacak. Aldı bile hatta. Tek başına videosunu bulamadım, aşağıdaki videoda 3.29 gibi başlıyor pozisyon.



Mehmet Özdilek'in kenarda Yılmaz Vural'a dönüşmesinden korktum şu pozisyonda.

Recep İvedikler'in Sinemamıza Etkileri

Ülkü Erakalın "Recep İvedikler, Cem Yılmazlar seyirciyi bozdu." demiş linkteki habere göre. Sinemaya gönül veren adamların hala böyle düşünmelerini anlayamıyorum. Geçen sene Rİ 2, A.R.O.G, Issız Adam müthiş gişeler yapmasa, bu sene 70 küsür Türk filmi nasıl vizyona girecekti, çok merak ediyorum. Dünyanın hiçbir yerinde 10 dakikalık tek plana sahip, metaforlarla bezenmiş sanat filmleri sinemalarda rağbet görmüyor. Zaten böyle filmlerin amacı popüler olmak değil, farklı ve özgün birşeyler üretebilmek. Çoğu gişe filminin tersi yani. Bu iki şey de birbirinin düşmanı gibi gözükse de destekleyen şeyler. "Halk böyle istiyor" mazeretinden ziyade sistemin işleyişi açısından gerekli olduğunu düşünüyorum. Gişe filmleri hem daha fazla seyircinin sinemayla tanışmasını sağlarken, hem de zor durumda olan sinema salonlarımız bayram ediyor. Bu sayede tüm sinema türlerinde ürünler artıyor. Eskiden biliyorsunuz televizyonda gösterilen Şaban filmleri için sürekli söylenirdi bu, şimdi Kemal Sunal'ın kıymeti bilnmeye başlanınca 'kült' adını aldı bu filmler şimdi.

"Sinemamız en kötü günlerini yaşıyor" da demiş açıklamada. Bence sinemamız en kötü günlerini çoktan yaşadı, şimdi güzel bir noktaya gitmek için bir ışık var. Bayağı bayağı filmler çekmeye, ödüller almaya başladık. Bir de s
inemamızı yurt dışına bir marka olarak pazarlarsak, tamamdır.

Kobe Larry'nin İzinde



Tamam bir sürü ayak hareketi, opsiyonu olduğunu biliyorduk da, her zaman şaşırtmaya devam edecek bu adam galiba bizi. Bu arada Kobe'nin bu imkansız şutu bana Larry'nin taa 23 sene önce attığı şutu hatırlattı. Larry Bird'ün panyanın arkasından dolaşan şutu da aşağıdaki videoda, iyi seyirler efendim.


Süper Lig Tekrar 1.Lig Olsun


Turkcell Süper Lig adında bir futbol ligimiz var. Sezon başından beri bu ligde çok güçlü iki takım kurulduğu söyleniyor. Afilli isimler ve afilli hedeflerle bezeli takımlarımız Fenerbahçe ve Galatasaray. Kadroları yıldızdan geçilmemekte: Alex, Arda, Elano, Guiza, Roberto Carlos, Kewell, Baros vs. Pek süper ligimizde 1.sırada bulunan Fenerbahçe, ezeli rakiplerinden Beşiktaş'ın deplasmanına gidiyor. Beşiktaş da geçen senenin şampiyonu ama pek parlak durumda değil; 2 gol attığı maçta bayram yapar cinsten bir takım hüviyetinde. Son Avrupa sınavı Wolfsburg maçında hali perperişandı, Şampiyonlar Ligi'nin en az kaleye şut çeken takımı, taraftarı başkanıyla kavgalı, sorunlu bir camia halihazırda yani. Bu Beşiktaş, gayet de rahat Fener'i 3'leyip gönderiyor, aynı zamanda oyununu kabul ettirip uzun bir süre kurduğu baskıyla sahadan siliyor.

Hemen Fenerbahçe'nin arkasında bulunan Galatasaray süper ligimizin orta şeker takımlarından Manisaspor'la kendi evinde bir gün sonra oynuyor. Yüzyılın kadrosu ve hocasına sahip Cimbom'un bu maça çok motive çıkması lazım, çünkü yenerse liderliği ele geçirecek. Galatasaray bu maçta doğru dürüst tempoyu bile arttıramadan 1-1'lik beraberlikle ayrılıyor. Hem de ilk yarıda öne geçmişken. Oyun kalitesi ve temposu zaten çok düşük, hadi onu da geçtim; böyle bir fırsatı bu kolay şartlarda gerçek anlamda kaliteli bir takımın kaçırması olanaksız.

Sezonun başından beri pohpohlanan iki takımımızın hali bu yani. Kimi kandırıyoruz, bizim süper ligimiz falan yok, 1.lig olduğu bile tartışılır aslında. Turkcell Süper Lig'in adının bir an önce Turkcell 1.Ligi'ne dönmesi gerek. Şu takımların bulunduğu lige süper lig dersen İngiltere'nin ligine ne sıfat takacaksın arkadaş?

NBA Tutkunları Kaçırmasın

NBA'in son yıllarını dikkatli takip edenler için güzel bir oyun buldum. 1999-2000 sezonundan 2008-2009 sezonuna kadar tüm NBA takımlarının en çok sayı atan 5 oyuncusunu hatırlamaca. 15 dakika süreniz var 150 oyuncunun yerini doldurmanız. Bu da tam puan almanız için her oyuncuya 0.1 dakika(6 saniye) harcamanız gerektiğini gösteriyor. Linki aşağıda, oynamanızı tavsiye ederim. Oynadıktan sonra "Ah, bunu nasıl unuttum ya." ya da "Oha inanmıyorum." diyebilirsiniz kendi kendinize.

http://www.sporcle.com/games/wisedrunker/00points

Ben 87 puan aldım, daha iyi alırdım da ilk saniyeler ismi nereye yazmam gerektiğini anlama ile geçti. Size kopya olmasın, ad vermeyeceğim o yüzden, ama en büyük öküzlüğüm San Antonio'nun 4.sünü unutmaktı. Dallas'ın 4.sünü ben yazdığımı iddia ediyorum, site ise yazmadığımı iddia ediyor. Kendi adıma gururlu olduğum nokta Minnesota'nın 5 numarasını hatırlamak. Neyse, size iyi keyifler oyunla.

Nasıl Yani? -7-

Helin Avşar'dan başlamışken ondan devam edelim. Bu sanırım geçen cumhurbaşkanlığı seçiminden önceki tartışmaların olduğu dönemde geçen bir hadise. Yine Okan Bayülgen'in 'Makina' programında Helin Avşar gönlünde yatan cumhurbaşkanı tipini bize açıklıyor.



Hakkı Devrim anlatım bozukluklarının hepsini ayıklasa, kitap çıkarırdı herhalde. Bilmiyorum; belki de Helin Avşar "Ne Mutlu Türküm Diyene" demek istememiştir, "Ne Mutlu Türkiye" diyerek Türkiyelilik üst kimliğne vurgu yapmıştır, kimbilir.

Rasim Ozan Kütahyalı - Helin Avşar

Türkiye'nin sorununu ben size söyleyeyim mi? Normal şartlar altındaki bir ülkede(Biraz saçma oldu, ideal gaz sorusu gibi) bir palyaço kadar ciddiye alınacak insanlar bizim ülkemizde gündem belirlemeyi başarabiliyorlar. Alın size Rasim Ozan bey...Kendisi ünlü düşünürlerimizden ya da Hülya Avşar'ın kardeşi kontenjanına sahip yazarlarımızdan Helin Avşar'ın sorularına maruz kalmış. Röportaj için çekilen resimler de can yakıyor valla.Bir tanesini paylaşayım, diğerlerine Habertürk sitesinden bakarsınız. Röportajın kendisi ya da linkini koymuyorum, dakika israfı olur sizin için.

Dışarıda da zaten böyle bir moda başlamıştı. Kadın muhabirler röportaj yaptığı erkeklerle böyle seksi pozlar falan vermekte. Helin Avşar da buna benzer resimler vermişti eskiden de, Oray Eğin'le yaptığı röportaj geliyor mesela aklıma. Ama oralarda böyle röportaj yapılan tipler yazar falan değil haliyle, basketbolcu, müzisyen falan. Türkiye'nin belli bir kesimi tarafından çok ciddiye alınan Taraf gazetesinin belki en provokatif, en ciddi yazılarını yazan bir adam veriyor bu pozları. Hep TSK, hep TSK nereye kadar tabii, 2.cumhuriyeti Rasim'den başkaları düşünsün biraz da. Bence bu adam kolay kolay unutamaz bu günü, Helin Avşar uzun süre kafasında yer alır çeşitli senaryo ve durumlarda.

Hayır adamı BBP'liler yine bulup yine bayıltacak ondan korkuyorum. Malum sadece milliyetçi değil, son derece muhafazakar adamlardır. Hiç akıllanmıycan mı sen Rasim, Helin Avşar'ın sorduğu "Nasıl bir seks hayatınız olsun istersiniz?" sorusuna da "Çok çılgın" demişsin.
Uslanmaz playboy seniii...

Son olarak Helin Avşar'ın ciddi bir figür olarak medyada bulunmasına karşın benim aklıma Okan Bayülgen'in programındaki birkaç kelamı geldi, paylaşmak isterim.



Bir tane daha var aslında da onu daha sonra yayınlayacağım şifa niyetine.

TRT 2 Gibi Kadın


Ve sıradaki şarkı Umut Sarıkaya için geliyor: Seni Sevmeyen Ölsün.

Not: Resmin üstüne tıklayıp karikatürü daha büyük boyda okuyabilirsiniz.

Bütün Renklere Eşit Mesafede

Bu aralar gündeme Recep Niyaz diye bir eleman geldi, Denizlispor'un gençlerinden; Galatasaray'ın bazı üyeleri bunu almak için uğraşıyorlarmış galiba. Çocuk da "Önceliğim Fenerbahçe, doğuştan Fenerliyim." falan demiş. Garip geliyor bu bana; sonuçta topçunun işi bu, her takıma gider, hele Galatasaray altyapısına gitme fırsatını bulmuş 15 yaşında birinin "Önceliğim Fener" demesi hafiften ukalalığa da kaçmış. Neyse, sonuçta bu çocuk 15 yaşında, biraz tecrübesiz ve duygusal davranması doğal, kaldı ki onun yerine karar verecek birileri bulunur bu aşamada. Peki 25-30 yaşındaki adamların ülkemizde aynı şeyleri yapmalarına ne demeli.

"Ben küçükken de Beşiktaşlı'ydım, bakın fotoğrafım." diye çocukken Beşiktaş forması giydiğin resmini göstermenin manası ne? Ya da otelde Beşiktaş formasıyla poz verip, 3 gün sonra tükürdüğünü yalamanın amacı nedir? "Emre Galatasaray'da oynarken de Fenerli'ydi, valla bak." laflarının söylendiği ikna turlarının?..Sanki adam Fenerli olmasa Galatasaray maçında bilerek kendi kalesine gol atacak, veya Beşiktaşlı değilse Beşiktaş'ta oynarken maçları pek umursanayacak. Her futbolcunun küçükken tuttuğu bir takım, gitmek istediği bir kulüp de var şüphesiz, amma ve lakin mesleği futbolculuk olan bir adam hangi takımda olsa iş ahlakına sahipse var gücüyle oynar.

Aslında genç kardeşimizle artık kaşarlanmış profesyonel futbolcularımız arasında şöyle bir fark var: Adamlar Türkiye'de taraftarın gönlüne giden kısa yolu çok iyi biliyorlar, amaçları o kitleye takımın yıldızı olarak değil, çok daha kolay yoldan sevdirmek. E biz de duygusal milletiz, bulunduğumuz konum ve gruba ait insanları da çok kolay severiz, olmayanları çok sert bir şekilde dışlarız. Adamlar da bunu bilip ona göre hareket ediyorlar. Tabii zaman zaman Mehmet Topuz gibi cin olmadan adam çarpmaya teşebbüs edenler de olmuyor değil. Spor yazarından spor müdürüne kadar yorumcu değil taraftar bulunduran bir toplulukta da futbolcunun profesyonel olsa dahi bunu açık etmesi beklenemez, çünkü o bizi seviyordur, taraftara hayrandır ve bu taraftar herşeyi hak ediyordur. Rakip takımın formasını giymektense kefen giymeyi tercih eder.

Yazının başında genç Recep'i de eleştirdik ama 15 yaşında bana da sorsanız "Ölsem giymem Galatasaray formasını, sonsuza dek Fenerliyim." derdim, lakin yavaştan feleğin çemberine girmeye başlamış birisi olarak ekmek nerede ben oradayım:)O yaşta kazandıkları parayla belki sülalesine bakan adamların umurunda olan şeyler para, kariyer ve huzurdur, farklı renk çiftlerinden herhangi birisi değil.

Derek Fisher


Geçen senede Lakers'ın düzeninde en çok aksayan parçaydı Fisher, final serisinin 4.maçında üçlüğü sokup maçın uzatmaya gitmesini sağlayınca ve şampiyonluk sevinciyle beraber ne kadar aksadığı unutuldu. Bu sene Lakers çok iyi başlamamasına rağmen kazanmasını biliyor, ama Fisher iyiden iyiye çaptan düşmüş. Lakers'ın yine uzatmalarda geçtiği bir maç olan Houston maçında Derek Fisher'ın istatistiklerine bir bakalım: 34 dakika, 0 sayı, 0 ribaund, 0 asist. Uzun zamandır böyle birşey görmemiştim demeyeceğim, çünkü böyle birşeyi hiç görmedim. Hacı 34 dakikada insanın sırtına bir top çarpar alırsın ribaundı, yanındaki adam verirsin el üstünden çakar üçlüğü, asist sana yazılır, top kaybederler, eline düşer top, turnikeyi yaparsın. Hepsini geçtim, bu saydıklarımın bir tanesinden bir tanesi olur di mi?(Hakkını yemeyelim, 2 top çalması var.) Hiçbirisi nasıl olmaz arkadaş ya...

Ben çıksam Lakers'ta ilk beş 30 dakikada 2 sayı 1 ribaund garanti, valla.

Oyunun Sonu

Megadeth'in 'Endgame' adlı albümü çıkalı bir aydan fazla oluyor. Albümü indirmiştim ama dinlemek içimden gelmedi. Dave Mustaine eğer reklam yapmaya çalışıyorsa çok başarısız, insanları kendinden nefret ettirmeye çalışıyorsa çok başarılı birisi. Bu yaşta gidip uyuz uyuz evanjelist söylemler veren, Amerika'nın Irak'taki savaşına tam destek veren açıklamalar yapıp işi ırkçılığa kadar götüren, Slayer ve Metallica kompleksini neredeyse her röportajında belli etmekten kaçınmayan, hala hatayı/hataları kendinden başka herkeste arayan, internet alemindeki yaş ortalaması 15 civarında gezinen çocuklara kendini rezil eden bir insana eski hayranlarının da saygı duyması beklenemezdi zaten. Devir de 90'ların başı değil zaten, o kadar popüler değil, özellikle underground metal dinleyicilerinin artık umrunda bile değil Mustaine. Çıkmasından önce bu kadar yaygara kopardığı, ona buna hala 20 yaşındaymış gibi saldırdığı albümünün ilk 5 hafta satış rakamları şöyle:

1.Hafta: 44,696

2.Hafta: 12,833

3.Hafta: 8,640

4.Hafta: 5,583

5.Hafta: 3,948



'Endgame'in 5 haftalık satış rakamları bunlar. 75000'i ucundan geçmiş seviyede. Böyle bir grubun geçmişinin hatrınıa şimdiye kadar 150000 civarı satması beklenirdi, ben beklerdim şahsen. O kadar saçmalayarak ilgi çekme gösterisine rağmen Lamb of God ayarında kaset satıyorsa oturup ağlaması lazım Dave'in. O da bir nevi bunu yapıyor aslında ama son derece 'Mustaine'vari bir şekilde. Albüm şirketinin promosyon politikasını suçluyor, onu suçluyor, bunu suçluyor. Anlam kaymasına mahal vermeden konuşmasından ufak bir alıntı yapacağım.

"Hangi şarkıyı single olarak seçtiğimiz önemli değil, nasılsa radyoda çalınmıyoruz. Lanet olsun, kendi şehrimin radyosu Megadeth'ten hiçbir şey çalmazken eski grubundan mutlaka her saatte bir şarkı çalıyorlar."

Eski grubu 25 yıl kadarcık eski sadece, çok değil. Cidden aşması lazım artık, aşamıyorsa tanık olduğum en problemli zihinlerden biri kendisi.

Bildiğim kadarıyla kendisinin 1 kasetlik daha anlaşması var şirketiyle. Seve seve onu da yapacak, ama mümkünse ondan sonra müzik yapmasın. Biz kendisini 'Peace Sells', 'Holy Wars...The Punishment Due', 'Hangar 18' ile hatırlamak istiyoruz, şimdilerde yapmış olduğu ve muhtemelen gelecekte yapmaya devam edeceği zırvalıklarla değil. Oyunu sonu Megadeth ve Dave Mustaine için geldi de geçiyor bile.

Umut Sarıkaya - Stefın Havking


E-Kolay'ın internet sitesinde yayınlanan listede en ünlü 15 ateistten birinin meşhur kuramsal fizikçi Stephen Hawking olmasına meşhur kuramsal mizahçı Umut Sarıkaya'nın yorumu.

Asıl Sen Kafayı Mı Yedin?


Meşhur türkücülerimizden İzzet Yıldızhan son albümünün ismini "Sen Deli Misin?" koymuş, isabet de olmuş. Küçük Emrah büyüdükçe metroseksüelleşmişti, Müslüm Gürses pop kaset çıkarıp tarz değiştirdi ama hiçbiri bu resmin verdiği şoku veremedi, veremezdi de. İzzet abimiz bu resimde bağrıyanık fantazi-arabesk çizgisinden kaymış, Türkiye'ye sergisini sunmaya gelen Fransız bir ressam adeta. Tamam tipten hala biraz eski Fransız sömürgesinden gelmiş gibi ama, o kadar olur:) Kasket, fular falan...Albümün tarzını merak ettim şimdi, bir de bu kıyafetlerle ekstraya çıkma olasılığını. Eski kıyafetleriyle kıro buluyormuş kendisini demek ki,"Bana artık kıro demeyin" demiş. Biz de ona "İmaj hiçbir şeydir, susuzluk herşey." diyoruz.

"Sen Deli Misin?" albümüne ithafen "Asıl Sen Kafayı Mı Yedin?" adlı bir albüm yapmak isterdim. Ama fotoğraf çekimlerini Koray Kasap'a yaptırmam, İzzet Yıldızhan'ı bu hallere sokan adam, benimle Play-Doh gibi oynar billahi.

Daianne De Souza

Dünkü maç son yılların klasik bir Kadıköy derbisiydi, çok da üzerinde durmaya gerek yok; yalnız Galatasaray'ın savunma anlayışı oturacağına iyice geriye doğru gidiyor, böyle giderse Avrupa Ligi'nde de geçen seneden fazlasını göremez bu takım. Biz de bu sene boyu bu maça kafamızı taktığımız için galibiyet sonrasında ister istemez aşırı bir rahatlık oluyor, umarım sezonu yine Galatasaray maçından sonra kapatmayız mental olarak. Neyse, zaten maçtan çok bahsetmeyecektim. Maçtan önce de Alex'in eşi Daianne'in futbola ilgisini biliyordum, maçların hemen hepsine gidiyor, destekliyor takımını. Ama bu kadar fanatik olduğunu bilmezdim. Gerçi geçen seneki kupa finalinden sonra da üzüntüsünden ağlamıştı, ama onu klasik kadın histerikliği olarak değerlendirmiştim. Alex'in ilk golünden sonra öyle bir seviniyor ki, ekran başında beni gaza getirdi kadın. Kapıyı bacayı devirecektim. Aşağıdaki videonun 0.16 - 0.21 arasındaki bölümünden bahsediyorum. Siz de izleyin.



Benim böyle karım olsa ben de 100 küsür gol 90 küsür asist yaparım.

Gökdeniz Karadeniz

Altyapıya Giresun Yeniyolspor'da başladığında günün birinde Nou Camp'ta galibiyeti getirecek golü atacağını umuyor muydu Gökdeniz? Pek ihtimal vermiyorum. Ama 20 Ekim 2009 akşamında takımı Rubin Kazan'ı 73. dakikada 2-1 öne geçirerek Barcelona'da 3 puanı kapmalarını sağladı. Trabzonsporlular'ın bana göre hiçbir zaman kıymetini tam anlamıyla bilmediği, yeteri kadar değer vermediği (Olağanüstü bir adam olduğu için söylemiyorum, sadece Trabzonspor'un en iyilerinden biriydi, oysa taraftarlar ona kambur gözüyle baktı hep son yıllarda) Gökdeniz'in ileride futbolla ilgili en özel anısı olacaktır dün akşamki maç. Ben de özetlerde golü izlerken acayip sevindim, ne yaparsın; tipik Şark insanıyız:)

Adam Barcelona'ya gol attı olum tabi sevincem!

Zaman: Yaftalamadan Düşünün - Görünmeyen Duvarlar...Önyargılarımız



Zaman gazetesininin geçen sene yayınlanan reklamı yukarıda, büyük ihtimalle hepiniz biliyorsunuz. İşlenen tema ve uygulaması çok başarılı bir reklam olduğunu söyleyebilirim, sadece gazete yanlış. Yaftalamaya bu kadar meraklı bir gazetenin "Yaftalamadan Düşünün" sloganı reklamın başarısına rağmen neresinden tutsan elinde kalan bir durum.



Bu reklam da Zaman'ın bu seneki reklam filmi. Hakikaten kendilerini aşmış adamlar; kimle çalışıyorlarsa tebrik etmek gerek. Görselliğin bu kadar kısa sürede bu kadar iyi kullanılması, temanın bu kadar iyi işlenmesi gibi konularda önceki reklamı bile sollamış Zaman. İlk defa Zaman'ı duyan birisinin bu reklamı ertesi gün koşarak gazete bayiinden bir adet Zaman gazetesi satın alması lazım, Allah'tan biz biliyoruz kendilerini, Ali Bulaç gibi derin dehalara sahip olduklarını; yoksa ben de abone olurdum valla, Fethullah Gülen evleri gibi 5'er 10'ar tane Zaman gelirdi belki de eve. Düşünüyorum da yaftalıyorum, merak etmeyin. Neyse asıl konumuzdan sapmayalım; geçen seneki reklam çok iyiydi, bu seneki reklam aşmış, Türkiye'nin bana göre gelmiş geçmiş en iyi reklamlarından biri. Zaman'ın sayfa düzeni falan da gayet iyidir. ödül bilem almıştı gavur ellerden.

Bir de bakış açıları reklamlarının onda biri kadar geniş olabilse, tadından yenmeyecek. Bu halleriyle benden sadece reklam kuşağında övgü alabilecek bir gazete olmaktan öteye gitmeleri mümkün değil.

Lüzumsuz Empati


Sadece bana mı oluyor bilmiyorum, tv'deki saçmasapan programlardan birinde saçmasapan bir konu tartışılırken bir taraf deliler gibi alkışlanıp öbür taraf öksüz bırakılınca, kendimi öbür adam/kadın için çok kötü hissediyorum. Sonra o az alkışlanan adam/kadın da öyle hissediyor olmalı ki, çoğunlukla herkese saldırıya geçen bir konumda yer alıyor. Bu olayın Siyaset Meydanı'ndan, Zuhal Topal'la İzdivaç'a kadar geniş bir portföyde vuku bulması iyice canımı sıkıyor. Sürekli her lafın deliler gibi alkışlandığı programlarda da Türk halkı için çok üzülüyourum. Fikrimizi savunmayı karşı taraftan her şekilde daha fazla ses çıkarma olarak gördüğümüzü bir kez daha anlayınca sebepsiz sıkıntılar çekiyorum, içim ekşiyor.




Mesela sırf bu yüzden Abbas Güçlü ile Genç Bakış programını izlemiyorum. Ne zaman izlesem bir hafta depresyondan çıkamıyorum. Bir hafta sonra da yenisi başlıyor zaten.

Hadise Açıkgöz

Tom Araya'nın Ses Kaybı

Melbourne'da çıktıkları konserde, kült grup Slayer'ın vokalisti Tom Araya gösteri sırasında sesini kaybetmiş, durumdan seyirciyi de haberdar etmeye çalışıyor. Cidden fena gitmiş sesi, travestiye dönmüş adam:) Slayer da geri kalan şovunda enstrümantal takılmış. Geçmiş olsun diyelim; bu yaşta bu vokalleri yapmak kolay değil zaten(1961 doğumlu), turne yorgunluğu falan derken kalıcı ya da uzun sürecek korkutucu bir hasar ortaya çıkmaz umarım. Büyük ihtimalle de ortaya çıkmayacaktır, felaket tellallığına gerek yok.

İnternete Devlet Kotası

Last Fm ve Myspace telif hakkı nedeniyle yasak, Youtube Atatürk'e hakaret videoları nedeniyle yasak, ateist siteleri yasak, blogger.com yasaktı her an yine yasaklanabilir, cinsel içerikli sitelerin hemen hepsi yasak, Justin Tv yasak; şu, bu, o, herşey yasak... RTÜK Telekomünikasyon Kurumu'ndan daha insaflı yemin ederim. Bu yasakların bazılarını tabii zorlamayla yapıor, mesela Lig Tv o kadar para verdiği ligin internetten rahatlıkla izlenmesine razı gelecek değil, MESAM gibi fason müzik dernekleri de Myspace yasaklanınca kaset satışları artacak sanıyorlar, bunun için de internet erişiminin kısıtlanması için davalar açıyorlar. Ama temelde yasakçı bir zihniyetin kontrolünde internette sörf yaptığımız bir gerçek. Ulan bir ara Facebook'taki Farmville yasaklandı, daha ne olsun.

Yöneticilerimizin de bu konularda pek bir duyarsız olduğunu söylemeye bile gerek yok. İlk youtube yasağında Binali Yıldırım " Burada para kazanıyorsa, vergisini verecek, kayıt olacak. Ben youtube'um, facebook'um bana kimse karışamaz diye birşey yok." mealinde bir açıklama yapmıştı. Sayın bakanımız büyük ihtimalle youtube'u Türkiye'de telefon kablosu üretmek için fabrika açan bir müteşebbis sandı, olabilir. Kayıtdışı ekonominin de bize verdiği zararları ayrıca gündeme getirmiş konuşmasında, o da güzel. Başbakanımız aynı yasakta "Ben girebiliyorum, siz de girin." diyerek, DNS ayarlarını değiştirme, ktunnel ve youtube jacker gibi opsiyonların hala bulunduğunu hatırlattı. Türkiye'de başbakan olmanın belki de en güzel yönü, başkası söylese suç olacak birşeyi rahatlıkla ifade edebilme özgürlüğü. Türkiye'de ifade özgürlüğünden bahsedebileceğimiz tek yer belki de. Koyulan her yasağın, onlara göre mantıklı, biz göre saçmasapan bir nedeni vardı. İnternette okuduğumuz, izlediğimiz bazı şeylerin bizi rahatsız etmesi doğal; ancak bunlara gözümüzü kapayıp, arkamızı dönünce bunlar yok olmuyor ki. Birkaç elemanın dangalaklığının cezasını milyonlar çekiyor, Hoş o milyonlarda başbakanımızın belirttiği gibi bir yolunu bulup yasaklı siteleri açabiliyor, o zaman bu çaba niye? Harıl harıl çalışıldığını göstermek falan mı?

İnternet dünyasında en aktif birkaç milletteniz. Bu yasak furyası başladığında gülüp geçiyorduk, artık tepki göstermeliyiz. İncir çekirdeği sebeplerle siteye ceza vereyim derken kullanıcıyı cezalandıran sistem kendisini sorgulayana dek biz onu sorgulamalıyız.

Bir Zamanlar Defne Samyeli

BKA 5 - Bienal

İstanbul bilmem kaçıncı bienali afişlerini görünce "Neydi bu ya?" diye merak ettim, sanatsal birşey olduğunu her türlü seziyorum da. TDK Sözlüğü'nde yılaşırı die çıktı anlamı, bu anlam tabii batı dillerindeki kelime anlamının çevirisi. İtalyanca'da 'her bir diğer yıl' anlamına geliyormuş. Genellikle iki yılda bir düzenlenen sanatsal ve kültürel faaliyetlere verilen admış.

Ek bilgi: Ülkemizde ilk defa 1987'de İstanbul'da bienal düzenlenmiş. Bu seneki 11. Uluslararası İstanbul Bienali'ne hazır devam ederken fırsatını bulursak gidelim, gitmeyenleri götürelim.

Olmayınca Olmuyor

Real Madrid 3-2 Deportivo La Coruna (C.Ronaldo 90 dk., 1 gol)

Espanyol 0-3 Real Madrid (C.Ronaldo 25 dk., 1 gol)

Real Madrid 5-0 Xerez (C.Ronaldo 79 dk., 2 gol)

Villareal 0-2 Real Madrid (C.Ronaldo 90 dk., 1 gol)

Real Madrid 3-0 Tenerife (C.Ronaldo 79 dk.)

Sevilla 2-1 Real Madrid (C.Ronaldo 0 dk.)


Geldi, ligde ilk 4 haftada da gol atarak kulübün rekorunu kırdı, dakika aldığı her maçta takımı kazandı, dakika aldığı her maçta takımının kazanmasına katkıda bulundu. Oynamadığı ilk maçta ise o maça kadar puan dahi kaybetmeyen takımı mağlup oldu. Bambaşka futbolculardan biri olduğunu istemese de gösterdi yine.



Ben Sana İstifa Edemezsin Demedim


Sivasspor'un durumu geçen yıllara göre içler acısı malumunuz. 7 maçta 1 beraberlik 6 yenilgiye sahip olan Sivasspor'un hocası, Arsene Wenger'in en büyük rakibi Bülent Uygun (aka "Trubulance of the General") 2-0'lık Antalyaspor galibiyetinden sonra istifasını sunmuş basın mensupları karşısında. 7 hafta boyunca aklı başka bir boyuta kaçmıştı herhalde.

Bülent Uygun'a sırf Fenerbahçe'nin eski futbolcusu olduğu için uyuz olanlardan değilim, zira Fenerbahçeliyim; benim sebebim adamın insanımızın maalesef klasik sendromu olan şark kurnazlıkları ve ucuz kahraman olma sevdası ve bunları da bir kısım futbolu takip eden insanımıza yedirmeyi başarması. 7 haftada sadece 1 puan toplayarak sıçıp batırdığı bir sezonda alınan ilk galibiyetten sonra istifa şovu yapması da bu ucuz kahramanlık hastalığından kaynaklanıyor. Bir yandan bu adam bir daha kolay kolay iş bulamasın istiyorum, öte yandan televizyon programlarının müdavimi olup gündem yaratma potansiyelinden korkuyorum. Bence adam gibi davranmayı öğrenene kadar Tibet'te bir tapınağa yerleşsin, onun bozukluklarını ancak öyle bir mekan düzeltebilir. Uzun bir süre iş bulamazsa dünyanın en büyük sürprizi olmaz benim için.

Trabzonspor olası bir Hugo Broos'la yolların ayrılması durumunda Bülent Uygun'a teklif götürmez di mi? Götürmemeli, götürmesin ya...

Nasıl Yani? -6-


Afganistan'da arkadaşlık sitesine üye olmak zorlar adamı, özellikle bu adam bu siteleri karşı cinsle yakınlaşma için kullanan bir adamsa. Profil fotosundan bu şahsiyetleri arkadaş olarak eklemek meşhur anektodda hocanın "Risk Nedir?" sorusuna verilebilecek en mantıklı cevaplardan biri.

Özellikle üst sağdaki Semoule çok tatlı, bir an önce harekete geçsin Afgan gençler; keza böyle hatunlar fazla boş kalmazlar.

Biri Bu Kızı Bulsun

Valla baya video-blog'a döndü sevgili blogumuz ama paylaşmadan edemeyeceğim. Sefa Topsakal top sakallı bir adamı çağrıştırsa da, kızcağımızın ismi. Bu videodan da belli olduğu çok duru, harika bir sesi var(birazcık tiz ama). Nette biraz araştırınca kendince birşeyler yapmaya çalıştıığını öğrendim. Sağlam yapımcılar el uzatmadan yeterli değil tabii...Müziğe böylesine yatkın insanlarımız gidip turizm, aile planlaması vs. gibi bölümler okuyup kaybolan yetenekler arasına girmesin, kulaklarımız şenlensin. O bölümleri okuyacağına şarkı okusun bol bol.

Yanlış anlamayın ha, turizm ya da aile planlaması bölümlerine garezim yok, mühendislikte okumasın mesela. Hele telekomünikasyon mühendisliği hiç okumasın. Sesi güzel olmayanlar da okumasın, ya da okusun ne bileyim.

Kanye West'in Derdi


Daha önce de buna benzer şeyler yapmıştı Kanye West, ama MTV Müzik Ödülleri'nde En İyi Kadın Şarkıcı'yı Taylor Swift alınca sahneye çıkıp "Beyonce hakettiydi..." diye çığırtmasından sonra Taylor Swift'in Bambi gibi yaralı ceylan kıvamına gelmesi...Yazık lan kıza. Hiçbir zaman kibar bir adam sayılmasa da öküzlükte yeni bir sayfa açtı Kanye. Ki aslında kendisi hepsi birbirinin kopyası olan genç siyah erkek şarkıcılardan cidden farklı ve özgün bir müzik yapan bir adamdır, önemli biri yani aslında, ama 'ne oldum delisi' derler ya, tam o tavır işte

Ondan sonra da Jay Leno'ya çıkıp binbir özürler, ağlamalar falan. Niye yaptın olum o zaman? Davranış bozukluğu doğuştan mı geliyor ünlülerde, yoksa sonradan şartlar mı bunu oluşturuyor?

Neredesin Matt?

Matt Harding diye bir herif, bilgisayar oyunları tasarlamış, zengin bir abimiz. Hayattan sıkılıp dünyayı gezmeye karar veriyor, ama çok da alışılmış bir şekilde değil. Youtube'da en meşhur videolardan birini hazırlamış.Ara sıra izlerken gözümden yaş gelen bu videoyu belki daha önce görmemişsinizdir diye sizle paylaşmak istedim, çok güzel bir şey.

5-0


Sırplarla oynayıp kazandığımız maçın uzatma skoru. 0'a karşı uzatma hiç görmüş müydüm, hatırlamıyorum. Son saniyede hiçbir önemi olmayan atışı bile uçup bloklayan oyuncularımızın olması, kazanmaya kendimizi ne kadar şartladığımızın göstergesi. Yalnız basketbol aklından yoksun oynadık bu maç, maçın büyük bölümünde hiç organize olamadık. Hido'nun dizi hep böyle ağrıyıp hep böyle şut atacaksa (1/16(bez getir Nuri!)) işimiz var. Bana Slovenya maçını kaybedip elemelerden beri süregelen 11-0'lık galibiyet serimizi bozacakmışız gibi geliyor. Kaybetsek de çok önemli değil, hem ilk 2'yi garantileyip avantaj sağladık, hem de şu ana kadar çok güzel bir basketbol karakteri gösterdik.

Ömer Aşık, sana hala aşığım ama bir de şu faulleri soksan sana tapabilirim.

Chris Cornell - Imagine

John Lennon'ın efsanevi şarkısı 'Imagine' son 20 yılın çok önemli vokallerinden Chris Cornell tarafından yorumlanmış. Bir kulak verin, tabii A Perfect Circle gibi bu şarkıyı bambaşka bir hale sokmamış, ama fena değil yine. Chris Cornell 45 yaşındaymış bu arada, hiç göstermiyor ya.

İç ses: Olum adam 20 yıldır önemli vokalist diyosun, sonra 45 yaşında olmasına şaşırıyorsun.
Ben: Ne bilim abi, seksi erkek imajı falan var ya, ondan 45 yaşında değildir diye şey ettim.

Ricky Rubio


Avrupa basketbolunu takip edenler, bu adamı çok uzun zamandır tanıyorlar zaten, Amerika'da draft öncesi ve sonrası en çok konuşulan adamlardan biri oldu. 15-16 yaşlarında Euroleague'deki müthiş istatistikleri onu draftta "hot prospect" haline getirdi. Minnesota onu istiyor, Memphis onu istiyor, N.Y istiyor, yeniden yapılanmaya gircek her takım onu istiyor. Rubio da havalara girmiş biraz. Şuna gelmem, ona giderim, havası kötü, musluk suyu içilmiyo falan...Bizim maçta da gördüm, NBA'e geldiği zaman çok net "overrated" olur. Şutu tamam pek iyi değildi ama, iyice gerilemiş. Sette oyun kuramıyor, tıkır tıkır işleyen İspanya tekerine çomak sokmuş adam. NBA Avrupalılar için özellikle gard pozisyonunda tutunması çok zor bir yer, bu arkadaş da yukarılardan seçildiği için baskı üzerinde olacak. Avrupa'da 2 yıl daha kalacakmış, o sürede de çok gelişemez. Bilmiyorum, bir kaşık suda fırtına koparıldı bu adam için, siz Harden'a, Curry'e bakın esas.

Bizim maç demişken, iyi koyduk İspanya'ya. Ömer Aşık'a aşığım.

Soğuk Yiyiniz!



İngiltere, 2008 Avrupa Şampiyonası'na katılmak için son maçta Hırvatlarla oynamıştı evlerinde. Hırvatistan çoktan şampiyonaya gitmeyi garantilemişti, İngilizlerin mutlak kazanması gereken maçta yukarıdaki resimde kaleci kılığına girmiş abanoz Carson'ın da yardımıyla 3-2 galip gelerek onları kupaya katılmaktan mahrum bırakmıştı. McClaren gitti, Capello geldi, İngilizler bu maçın verdiği acıyı unutamadı. 2010 Dünya Kupası Elemelerinde yine Hırvatistan'la eşleştiklerinde kader ağlarını örmüş gibiydi.


Bu sefer rolller değişmişti. Kupaya katılmayı çoktan garantileyen İngiltere, Ukrayna'ya yetişmek için mutlak kazanmak zorunda olan Hırvatistan'ı ağırlayacaktı. Bu sefer pek konuksever takılmadı İngiltere, 5-1'lik ezici galibiyette goller Gerrard(2), Lampard(2), Rooney'den geldi. Şimdi Üç Aslan'ın son maçı Ukrayna'yla deplasmanda, büyük ihtimalle o maça da yatacaklardır. Ne de olsa intikam soğuk yenen bi yemektir, benim bildiğim İngilizler de tadını çıkara çıkara yer bu yemeği.

BKA 4 - Paradigma

Bu kelime hakkında bir fikrim vardıysa da, TDK ve internet araştırmaları sonucunda kafam iyice çorba oldu. Sözlük anlamını verelim:

I . aynı söz dizimsel bağlam içinde birbirinin yerini alabilecek olan ve güçlü bir karşıtlık bağlantısı kuran ögelerin oluşturduğu bütün, dizi.
II . belirli bir alanda çalışan bilim adamlarının paylaştığı ortak değerler ve anlayışlar dizisi.
III . model.

Anladığım kadarıyla paradigma önceden gelen birikim ve tecrübeleri de kişinin ya da bilimin doğru kabul ettiği genel bir bakış açısı oluyor. Yani Müslümanlar da, Yahudiler de, Hristiyanlar da tek tanrıya inanıyor; ama inanış ve ibadet biçimleri, tanrı kavramına getirdileri yorumlar farklı. Mesela Müslümanlık içinde de farklı paradigmalar var, an itibariyle kişilerin kesin doğru olarak gördükleri, ama değişmezliğinin kesin olmadığı kavramlar. Dinden ziyade bilimde paradigma değişimleri daha popüler ve süregelendir, lakin böyle bir olayda da bilim dünyasının gidişatı toptan değişir. Mesela Newton'un kütle ve enerji kuramı bilim dünyasında bir paradigmaydı, ama Einstein görecelilik kuramıyla bambaşka bir bakış açısı getirdi fiziğe. Şu anda da fizik dünyası o paradigmaya bağlı olarak yol alıyor. Falan filan işte...

Kvarforth



Shining grubunun ya deli ya da müthiş bir oyuncu olan vokalistinin Black Metal Satanica belgeselinden küçük bir alıntı. Gerçek adı Niklas Olsson'dur.

"The guy cut and opened his leg and I tried to get the flesh out. There was standing a hungry looking whore, so I put piece of flesh to her mouth, but of course she spit it out. In my life I have met only three or four woman worth talking to. The rest should be killed."

?!?!???!!!

Demirkubuz

"Filmlerinizde neden müzik kullanmıyorsunuz?" sorusuna Zeki Demirkubuz'un cevabı:

"Sinemayla müzik kötü bir evlilik… Tuhaf bir evlilik… Hiçbir kriteri olmayan aşağılık bir evlilik derecesinde birbirini kullanan evlilikler vardır. İnsanlar birbirlerini kullanmak için o ililşkinin içinde kendilerini bulurlar. Günümüzde müzikle sinema ilişkisi biraz da buna benzedi. O onun pisliklerini eksikliklerini kapatıyor, diğeri de onun pisliklerini kapatıyor. Bunu böyle görüyorsam, bu konu benim dikkat etmem, hatta dikkat etmemden öte tavır göstermem gereken bir konu. Bir sahneyi yeteri kadar olması gerektiği gibi anlatamazsınız yine aynı şekilde mizansenini sahnenin yazılma amacını anlatamazsanız müzik devreye girer."


Seneye gösterime girecek olan filmi "Kıskanmak"ın fragmanını izledim az önce. 115 saniyelik fragmandan en önemli izlenimim, umarım Berrak Tüzünataç tercihi berbat etmez bu filmi, çünkü Zeki Demirkubuz'un sinema dilini ve tarzını çok beğenirim.
Ne olursa olsun, kesin sinemada gideceğim filmlerden birisi olacak "Kıskanmak".

The Curious Case of Engin Duran

Last Fm Sürüncemesi


İnternette sörf yaptı yapalı en çok sevdiğim şey http://www.lastfm.com.tr/ ve Last Fm radyosu. Maalesef belli bir süredir (3-4 ay olmuştur) radyodan müzik dinlemek paralı hale geldi. Sözünü ettiğim radyo internetteki açık ara en geniş arşive sahip radyo, Cem Karaca'dan Silencer'a kadar bir sürü müzisyen ve müzik grubunu bulabildiğiniz, türlere ya da sevdiğiniz grupla benzerliklerine göre saatlerce müzik dinleyebilceğiniz son derece faydalı bir eklenti. Benim müzik zevkimin büyük oranını oluşturdu diyebilirim. Cüzi de sayılabilecek bir rakam istedikleri aslında, aylık 3 dolar; yine de geçip geçmeme de hala kararsızım. Malum maddi kriz dönemi, 3 sente bile muhtacız bu sıralar. Amerika'da ve Almanya'da da hala ücretsizmiş, oh ne ala...Bizdeyse telif hakkı sorunları cart curt...Blogdaki eklentinin de işlevi bitti bu yüzden. Çok zor durumdayım be Last, bir el atsan...

Geri Geldim!

Rapimi çarmıha gerenleri

Batı Berlin geri geldi.

Eğil hiç bi'şey ölmeden yeraltı değil

Kemikleri kireçlendi.


Rapstar 'O Ye Man' Fuat'ın da belirttiği üzere iş, güç, bilumum hayat mücadelesi sebebiyle ara verdim, şimdilerdeyse anlamsız bir geri dönüş yaşadım blog dünyasına. Sınavlar bitsin, ev bulayım, gerçek evimin de yolunu bulayım derken Eylül olmuş ya, yaa...Bu arada bir sürü atraksiyon meydana gelmiş. Siz önden yürüyün, ben yetişirim size.

Fuat'ın parmaklar da dolma kalem gibi kardeşim.

Unforgiven - Clint Eastwood-Gene Hackman

- I don't deserve this... to die like this. I was building a house.
- Deserve's got nothin' to do with it.
- I'll see you in hell, William Munny.
- ...Yea...

Sadri Alışık - Ah Müjgan Ah

2009 NBA Play-off'ları

2009 sezonunda da NBA'de play-off başladı başlayacak. Şöyle ilk tur eşleşmelerine kısaca bir göz atıp tahminlerimizi yapalım.

Doğu Konferansı:

Cleveland(66-16) - Detroit(39-43): Hem LeBron hem de Cleveland beklenenlerin de üzerinde müthiş bir sezon geçirdi. Playofflara başlarken tüm olası eşleşmelerde saha avantajına sahipler ve bunu da sezon boyunca çok iyi kullandılar. Detroit ise bitmekte olan bir ekolün son çırpınışlarıyla girdi playoffa. Senelerdir ilk defa galibiyet sayısı mağlubiyetin altında kaldı normal sezonda Tecrübesiyle maçlarda fazla geriye düşmez ama tam gaz giden Cavaliers'ın önünde fazla duramaz. 4-1 Cleveland diyorum.

Boston(62-20) - Chicago(41-41): Boston'da Garnett yok, belki tüm playoffu kaçıracak. Pierce ve Allen'la nereye kadar gider bu takım meçhul. İlk turdan da fena kadrosu olmayan ama doğru basketbolu oynamayan bir Chicago geldi. Chicago kısalarının seriyi lehlerine çevirmek için skorer oynaması ve Boston'ın kısalarıyla baş edebilmesi şart. Garnett'siz Boston uzunlarının skor potansiyeli iyice düştü, açıkçası onlar için ilk tur bile çok zor geçecek. Serinin ilk maçının çok önemli olduğunu düşünüyorum, orada bir sürpriz yaparsa turu alabilir Chicago. Ama benim düşüncem seyirci ve son şampiyon faktörleriyle seri 4-2 Boston lehine biter, bir sonraki tur ise acı dolu olur.

Orlando(59-23) - Philadelphia(41-41): Orlando'da sakatlıklar can sıkmakta, Hidayet'in dönüp dönmeyeceği belli değil, ama iyi bir eşleşme yakaladılar. Philadelphia vasat oynayanve formsuz bir takım, Orlando'ya sene içinde süpürülmüş zaten. Orlando şutör kaynarken Philadelphia şut sokamıyor. Howard'a da çözüm bulamayacakları düşünülürse Hidayet'siz Magic'ten bile ancak 1 maç koparabilirler. Hidayet olursa süpürülme ihtimalleri yüksek. Tahminim 4-1 Orlando Magic.

Atlanta(47-35) - Miami(43-39): İki Florida takımı eşleşmesinde saha avantajı Atlanta'nın. Atlanta Phoenix'in Batı'da playoffa giremediği dereceyle Doğu'da 4. sıradan girmiş durumda. İyi bir takım ve evinde çok güçlü. Ancak istikrarsızlar ve içeride sadece Horford'ın eline bakıyorlar, onun da potansiyeli kısıtlı. Maimi ise koç Spoelstra ve Wade'in insanüstü çabalarıyla buralara geldi. Açıkçası bu seride Wade'in çıldıracağını, diğer oyuncuların da ona savunmadaki çabaları ve hücumda tamamlayıcı olarak yardım edeceğini düşünüyorum. Wade bu turu Miami'ye getirir, maçlarda da son saniye mücizeleri de bekliyorum ondan. Miami genel olarak çok güçsüz kadrosuna rağmen bu turda Atlanta'ya üstünlük sağlayacağını düşünüyorum. 4-2 Miami diyorum.

Batı Konferansı:

L.A.Lakers(65-17) - Utah(48-34): Senenin başında şampiyonluk parolasıyla çıkan Lakers, Batı'da fazla da zorlanmadan 1. sırayı aldı. Kadrosunun genişliğinden de sezon boyunca faydalandı, kilit oyuncuların hiçbirinin sezonda kendini fazla zorladığını düşünmüyorum. Bynum da geri döndüğünden beri iyi performanslar veriyor. Deron Williams'ı durdurmak onlar için seride temel problem olur. Utah'sa senelerden beri aşağı yukarı aynı düzeyde; sağlam bir takım ama en yukarıya çıkabilecek bir takım değiller. Memo'yla Boozer'ın oymayacakları oyun kafada soru işareti, yukarıda yazdığım Deron insanüstü bir çaba gösterecektir. Kobe'nin geçen seneki serideki hareketlerinden birkaç tane daha görebilirsek şahane olur. Onun bu seriye ağırlığını koyacağını düşünüyorum ve 4-1 Lakers diyorum.

Denver(54-28) - New Orleans(49-33): İki takım da güçlü kadrosuna rağmen istenen basketbolu ortaya koyamayan takımlardan. Özellikle New Orleans hayal kırıklığına uğratan bir takım. Sezon başında Posey'i de alıp kadrolarını güçlendirince onlardan Lakers'ın arkasında olmalarını bekliyordum, onlarsa Lakers'ın arkasaındaki takımla eşleştiler. Stojakovic iyice Radmanovic'e dönmüş, diğer rol oyuncuları da geçen seneden uzak. CP3 ve West birşeyler yapmaya çalışıyor. Denver da zora gelince pek başarılı olan bir takım değil. George Karl tarafından yönetilen bir takım bir kere, onları da favori gösteremiyorum. Chris Paul insanüstü birşeyler yapıp seriyi getirir gibi geliyor bana. 4-2 Hornets geçiyor içimden.

San Antonio(54-28) - Dallas(50-32): Son karşılaştıklarında efsanevi bir seri olmuştu, o zamandan beri iki takım da yaşlandı ve yıprandı. Rotasyonu yaşlı ve dar San Antonio seri ilerledikçe formdan düşebilir, üstelik Ginobili de sakat. Dallas ise son maçlarda biraz toparladı, güç dengesi olarak San Antonio'da aşağı kalır bir tarafı da yok. Josh Howard'a bu seride önemli sorumluluklar verilecektir. Düşük skorlu ve ortada maçlar izleyeceğimizi tahmin ediyorum, ilk iki maçtan bir galibiyet çıkarırsa Dallas avantajlı duruma geçer. Yıllar sonra San Antonio'nun ilk defa ilk turda eleneceğini düşünüyorum, 4-3 Dallas.

Portland(54-28) - Houston(53-29): Batı'da çoğunlukla denk güçler mücadele veriyor, ama içlerinden en tahmini zor seri bu bence. Portland evinde aslan deplasmanda kuzu görüntüsünde, Houston da onlara ters gelen bir takım. Roy'un Artest ve Battier'in savunmasında ne kadar performans vereceği merak konusu. Houston da T-Mac'siz çıkıyor bu tura, gerçi artık onun varlığıyla yokluğu belli bile değil. Bu seride maçlar 30'a da gidebilir, hep son saniyeye de kalabilir, ne yapacağı hiç belli olmayan iki ekip çünkü. Houston cephesinde Yao'nun potaaltı sertliğinden yılmaması, gardların da onu doğru yerlerde beslemesi şart. Hele bir de Artest kahramanlığa falan soyunursa facia yaşanır Rockets'da. Bu ilginç ve seyrinin zevkli olacağını tahmin ettiğim seri için her ne kadar tecrübe eksikliği hat safhada olsa da saha avantajıyla 4-3 Portland diyorum.

Sporting'in Ahı


Şampiyonlar Ligi çeyrek finalde Sporting Lizbon'la karşılaşan Bayern Münih adeta cehennemi yaşatmıştı adamlara, 2 maçta 12 gol yedi yeşil-beyazlı takım. Turdan sonra da belli ki çok beddua etmişler Sportingliler, bir sonraki turun ilk maçında Bayern paspas oldu. 4-0'lık ezici bir galibiyetle deplasmana gidiyor Barcelona, 2 Messi 1 Eto'o 1 Henry. 2.yarıya da kassalar çok daha feci skorlar ortaya çıkabilirdi, bu sezon topla oynama yüzdelerinde bir bomba daha patlattılar: %71'lik Real Madrid maçından sonra %68'lik Bayern Münih maçı. Başka maçlarda daha fazlasını da yapmışlardır belki ama bu rakiplerinin çok büyük takımlar olması için bu yüzdeleri muhteşem yapan unsur.


Barça'nın sevdiğim huyu ilk yarı 4'e 5'e bağlayıp sonra fazla kıpırdamaması, ne kadar ezse de gariban dostu, bu maçta da üstlerine gitmedi adamların 2. yarı. Gerçi Lizbonlular yakalamışken dahasını da isterdi ama, olsun; bu da gayet hoş onlar için. San Marino'ya 10-0'dan sonra penaltıyı kaleciye attırmaya çalışan zihniyetteki Alman futboluna yeterli dersi vermiştir umarım.

Nankatsu İdmanyurdu

Ne garip, o günlerden en çok aklımda kalan şey Tsubusa-kun'a platonik yazılan kızın Türkçe dublajla her maçta "Haydi Tsubasa" diye cırlaması.


Genzo Wakabayashi(gk) - Ryo İshizaki - Jun Misugi - Takeshi Sawada - Makoto Soda - Taro Misaki(adamım) - Kazuo Tachibana - Masao Tachibana - Tsubasa Ozoara(cpt) - Shun Nitta - Teppei Kisugi

Andy Murray'in Yükselişi


Genç İskoç tenisçi bu sene 3.turnuvasını Miami'de kazanırken, sonraki günlerde ATP sıralamasında 3.lüğe yükselmeyi garantiledi. Miami'de finalde Djokovic'i 6-2 ve 7-5'lik setlerle yenen Murray'den Roland Garros'ta olmasa bile Wimbledon'da bir patlamayı hem ben, hem de kendi evlerinde şampiyonluğa hasret Britanyalılar bekliyor. Boşa bir beklenti değil bu, eğer oyuna konsantre olursa, oyun içindeki zor anlarda kontolünü yitirmeyecek mental olgunluğa erişirse yenemeyeceği tenisçi yok. Bunu zaten daha önce de gösterdi kendisi. Uzun boylu olmasının verdiği dezavantajla toplara iyi koşamıyordu, geçen sene yaptığı yoğun antremanlarla bu eksiğini de kapatmış görünüyor. Benim de çok sevdiğim tenisçilerden biri olan Andrew, Federer'in de artık tahtını yavaştan bıraktığı tarihlerde bu formunu devam ettirirse müthiş bir sezon geçirecek.

Edin Dzeko


Canlı canlı izleyerek çok takip edemedim bu adamı, Schalke deplasmanında benim iddaa kuponumu yaktığını bilirim sadece ama Bosna Hersek'in çok kritik 2 Belçika karşılaşmasında 3 gol atıp, onun fiziksel ve ruhsal yorgunluğuyla bi de Bayern Münih'e 2 tane çakmak kolay iş değil. Yaklaşık 2 hafta önce 23 yaşını dolduran Dzeko, Wolfsburg'da oynayan, 1.92 boyuna sahip çok etkili bir forvet. Ekürisi Grafite'yle birlikte Bundesliga'nın altını üstüne getiriyorlar. Attığı gollerle belki de bizim 2010'da Güney Afrika'da olmamamıza sebep olacak. Uzun boylu santrafor arayan büyük takımlar bu adamı mutlaka listeye almalı, bizim büyüklere de bu sözüm tabii.

Google Translate

Bir önceki yazım için Google Translate'den faydalandım. Ama Norveççe- İngilizce olarak çok az hatayla bomba gibi, fişek gibi bir çeviri yapan Google Translate, Norveççe- Türkçe çeviriye sıra gelince karışık kelimeleri sıralıyor adeta. Allahtan İngilizce biliyorum:) Büyük ihtimalle Avrupa dillerinin cümle yapısıyla bizimkinin farklı olmasından kaynaklanan bir durum. Şöyle göstereyim sizlere:

Norveççe:

Jeg har nesten ikke sett sønnen min siden han kom til verden. Selv om jeg hører stemmen hans på telefonen nesten hver dag er det veldig tøft og ikke være til stede når han vokser opp. Jeg savner familien min. Og jeg ser fram den dagen jeg kan jobbe på småbruket, lage musikk, skrive bøker og være sammen med kone og barna hele døgnet — og leve et normalt liv som familiefar, uttalte Vikernes til Dagbladet i fjor sommer.

İngilizce:

I have barely seen my son since he came to the world. Although I hear his voice on the phone almost every day, it is very tough and not be present when he grows up. I miss my family. And I look forward the day that I can work on the farm, make music, write books and be with your wife and kids around the clock - and live a normal life as a family, said Vikernes to Dagbladet last summer.


Türkçe:

Kendisi dünyaya geldi ben hiç oğlumu gördüm. Rağmen telefonun üzerindeki ses hemen hemen her gün duymak, çok ve o kadar büyür mevcut değildir sert olduğunu. Ben ailemle özledim. Ve ileri gün ben çiftlikte, iş müzik, kitap yazmak ve karısı ve saat etrafında çocuklar olmak yapmak - ve bir aile gibi normal bir hayat yaşamak, Vikernes geçen yaz Dagbladet dedi bak.


Kızılderili Türkçesi olarak değiştirmek lazım seçeneği.


Varg


Metal dünyasının gelmiş geçmiş en sansasyonel isimlerinden biri olan Varg Vikernes, yakın bir gelecekte özgürlüğün tadını çıkaracak. Kendisi 1994'teki kilise yakma olaylarıyla ve Mayhem gitaristi Euronymous'u öldürmesiyle birlikte Norveç yasalarındaki en ağır cezayı(21 yıl) almıştı. Zannedersem iyi hal sebebiyle tahliyesinin yakında gerçekleşmesi bekleniyor.

Kendisi hakkında söylenmiş ve söylenecek çok şey var Varg'ın. Kendisinin ve grubu Burzum'un müzikal önemi çoğu zaman aşırı sivri kişiliğinin ve görüşlerinin arkasında kalmıştır. Tabii söylemleri ilgi ve hayran kitlesi olarak geri dönmüştür orası ayrı, ama onu takip eden ya da metal fanı olan büyük bir çoğunlukta da antipatik bir imaj yarattığı bir gerçek. Bana göre çok yetenekli olmasa da müthiş yaratıcı bir adamdır. Filosofem ve Hvis Lyset Tar Oss albümleri türünün kanunu olmuş ve sürekli takit edilmiş albümlerdir. Öte yandan ne kadar müziğine saygı duysam da maalesef metal dünyasında, özellikle black metal dinleyen ve icra eden insanlar arasında
ırkçı fikirlerin yayılmasının en büyük sebeplerinden biridir kendisi. Yeni resimlerinden ve açıklamalarından yola çıkarsak akıllanmış gözüküyor. Tabii bu kişinin 2003 yılında hapisten firar edip İsveç'e kaçma girişimini de unutmayalım. Kendisiyle son zamanlarda yapılmış uzun bir röportajdan benim dikkatimi çeken bölümler oldu. Şöyle birtakım açıklamalarda bulunmuş Bay Vikernes:


"Oğlum dünyaya geldiğinden beri onu çok nadir görebildim. Her gün sesini telefonda duysam da o büyürken yanında olamamak benim için çok zor. Ailemi özledim. Çiftliğimde çalışacağım, müzik yapacağım, kitap yazacağım, eşimle ve çocuklarımla beraber normal bir aile hayatı yaşayacağım günleri sabırsızlıkla bekliyorum."

Yıllar Varg'ı bile törpülemişse kime ne yapmaz ki. Güven olmaz gerçi ona, özgür kalınca bu sefer de tek tek Hristiyan avına çıkarsa şaşırmam. Kendisinin eski günlerinden uçuk kaçık bir röportajıyla bitirelim.

- Black metali ticari hale getiren poser gruplar hakkında ne düşünüyorsun?
- Onların kızkardeşlerinin boğazını kesip, soluk borularından s.kmek istiyorum.

Galatasaray Yönetiminin Dayanılmaz Hafifliği


Maçtan sonra neredeyse 1 hafta geçmiş olmasına rağmen yazmadan edemedim. Yenilgiye mutlaka bir sorumlu bulunur Türkiye'de; Galatasaray için de öyle oldu, Hamburg maçının üstüne gelen Eskişehirspor yenilgisi ve Lincoln'ün Brezilya'ya kaçmasıyla birlikte zaten krize giren klüpte bir günah keçisi arayışı başladı çoktan. Sırasıyla yazalım bu günah keçilerini: Lincoln, Bülent Korkmaz, Hasan Şaş, De Sanctis(belki biraz da Ümit Karan). Şaşırdığım şey en önemli sorumlunun ne sorumluluğu sahiplenmesi ne de hocasını ya da oyuncularını korumaması.

Transfermarkt adında bir site var, bu sitede oyuncuların, kulüplerin değerleri, transfer haberleri vs. birçok detay var futbol hakkında. Oldukça güvenilir ve önemli bir site. Bu siteye göre Turkcell Süper Lig'de futbolcu bonservisi olarak en büyük değere sahip kulüp Galatasaray. 110.500.000 Euro değere sahip bir takım. Ardından Fenerbahçe 101 milyon Euro'yla geliyor. Ve bu Galatasaray'ın başkanı ve yöneticileri, çok kritik Hamburg deplasmanından önce güle oynaya Meira'nın satıldığını açıkladı. Bu keyfin sebebi 4 milyon Euro'ya alınan Fernando Meira'nın 2 milyon Euro karla satılmasıydı. Oysa Galatasaray'ın maç öncesi defansın ortasında ciddi sakatlıkları vardı, iyi de olsa kötü de olsa Meira'ya muhtaçtı Galatasaray. Bir de Emre Aşık o maçta kırmızı kart görünce iyice arap saçına dönen bu sorunu, Bülent Korkmaz'da ikinci kez Kewell'ı savunmanın göbeğinde oynatarak çözebileceği en kötü şekilde çözmeye çalışınca, üstelik hatasında ısrar edince UEFA Kupası hayalleri suya düştü. Yani 110 milyonluk takım 2 milyon kar yüzünden gümbütüye gitti. Bu kupadaki başarının uzun vadede getireceği karı görmeye yarayan vizyonları büyük ihtimalle yoktu ya da geçmiş yıllarda kaybetmişlerdi. Bülent'in de ciddi hataları takıma zarar verdi bu noktada, vermedi değil, ama Bülent aslanlara yem etmek için iyi bir adaydı zaten, Adnan Polat ve ekibinin işine gelen bir isim. Lincoln olaylarında adamı yalnız bıraktılar, Bülent de durumu çok kötü idare etti, bu gibi bir duruma teknik direktör olarak bakmaya alışık değil. Yönetimin bu yaptığı hamlelerin hepsi onların hedefinde UEFA falan olmadığını gösteren hamleler, öncelik klüp borçlarının ödenmesi, büyük bir kıyım gerekmekteydi sezon sonu, bunun için de uygun ortam hazırlandı işte.

Başarılarda coşup başarısızlıklarda -hem de kendi sorumluyken- üç maymunu oynayan insanlar tehlikeli insanlardır. Birkaç gün öncesinin büyük kaptanı, şimdi yetersiz hoca; birkaç hafta öncesinin starı şimdi hain, vefakar Hasan'ı şimdi şişko patates. Adnan Polat'sa hala büyük başkan. Ne diyelim, işin içinden sıyrılmasını biliyor bu adam. Bense Fenerbahçeli olarak her ne kadar erken geldiğini düşünsem de bu göreve Bülent Korkmaz'a üzülmeden edemiyorum. Adamın kucağına bir kriz hediye ettiler, kenara çekildiler. Şimdi Bülent'in ve Galatasaraylılar'ın sorunları var. Şampiyonluk da çok zorda. Ama en büyük sorumulular en az hasarla çıkacak.

Fahriye Evcen - Monica Bellucci

Bu ay şimdi ismini hatırlayamadığım bir derginin kapağıydı Fahriye Evcen(Instyle olabilir). Kapağı ilk gördüğümde Monica Bellucci sandım, ikinci gördüğümde yine Monica Bellucci sandım. Bayağı benziyor hakkaten, benzemiyor mu, yok be abi benziyor işte, çok da benzemiyor, benziyooor, uydurma lan ne alaka, bak hacı aynısı ya...

NTV Tarih


Yanında çıkan kardeşi NTV Bilim'i almıyorum ama NTV Tarih'in ilk iki sayısını aldım. Popüler tarih dergisi olarak piyasaya sürülen bu dergi, bizdeki önemli eksiklerden birini kapatmaya aday gözüküyor. Dolu dolu içeriği, ilgi çeken konularıyla benden ilk iki sayıda geçer not aldı diyebilirim. Biliyorsunuz bizde böyle güzel başlayan işler ya zamanla fazla makale havasına girer, ya da içi boşaltılır. Aşırıya kaçmadan bu dozda ilerlemeleri onlar için en doğrusu olacaktır .

Bu sayıda eleştiri e-postalarını derginin ilk sayfalarına koyup cevap vermeleri ve bazı hataları için özür dilemeleri bir eleştirisi olmayan bende dahi memnuniyet yarattı. Ekonomik krize uzun yıllar varlıklarını sürdürerek meydan okumaları dileğiyle.

Popüler Kültürün Kölesi


Başlığı benim ismimin önüne rahatlıkla sıfat olarak koyabiliriz, popüler kültürün kölesi Gökhan Kalkan diyerekten. Ben popüler kültürün en sadık kölelerindenim. Mankenlerin erkek arkadaşlarından ayrılma nedenlerini merak ederim, ünlü oyuncuların aldatma ve aldatılma skandallarını zevkle izlerim, birbirinden berbat şarkıcıların "kim daha iyi" polemiklerinden gözümü alamam. Sadece televizyonda "celebrity" geçinen insanları değil, spordan siyasete daha bir sürü konuya magazinel yaklaşımlar beni cezbeder.

Ciddiye aldığımdan değil, eğlenmek için en kolay yolun bu olduğuna inandığımdan. Bununla ilgili bir makale okumuşluğum falan yok, işkembeden sallayacağım onun için; bence bu olaylara benim gibi merak salan insanlar televizyonların kişiye yönelik etkisine kapılmış insanlardır. "Halka mal olmak" deyimine kendini kaptırmıştır. Neredeyse hiçbirimiz o ünlülere empati yapma gereği duymayız, çünkü yayın organların gösterdiği hayatları onlar için gerçek olmasa da bizim için gerçektir; vur patlasın çal oynasın eğlenen, üstelik bunları bizden fazla haketmeyen insanları gösterdikçe beyaz cam, bizi yavaş yavaş onların birbirlerine düşeceği, acı çekeceği durumlara hazırlar. Bu durumlar olmazsa da kendi trajedisini kendi yaratır. Biz de merakla beklediğimiz o anlarda garip bir haz duyarız, oysa olayda 3.tekil şahıs bile olma ihtimalimiz yok; ama dedim ya televizyonun etkileri diye...O ünlü artık "halka mal olmuş" biridir, hayatı hakkında yorum yapmaya onu televizyonlardan tanıyan herkesin hakkı vardır. Bütün bu farkındalığa rağmen bundan hala zevk alıyorsam, aptal kutusuna boş boş bakan aptallar ordusundan mıyım? Cevabı ne kadar kolay veriyorsanız, o kadar yanlış yapıyorsunuz demektir.


Aptal kutusu bazı kimselerin sandığı kadar aptal değil, hafife alınacak birşey de değil; Türk televizyonlarını, gazetelerini ve bilumum yayın organlarını bugün toplum mühendisi sayarsak, ne aptal, ne zeki, temel özelliği kurnazlık olan bir topluluk yaratmıştır. Boşa konuşmuyoruz, esasında biz de neslimizin sabırsız ve kolaycı bireylerinden biriyiz. Televole'lere Bizden Kaçmaz'lara selam olsun.

Şok

90'ların ortalarında Atv'de gece yarısından sonra yayınlanan bir program vardı. Bu programın sunucusu bir akşam zamanın ünlü Playboy güzellerinden (şimdi rahmetli oldu)Anna Nicole Smith'in zevk için senede bir gün Edirne genelevinde çalıştığını iddia etti. Ertesi gün Edirne genelevine halk akın etti,izdiham yaşandı. Hatta "şunun tadına bir de biz bakalım" diyerek belediye başkanının da geneleve uğradığından söz edildi. Olaya müdahil olan vali ertesi gün Sabah'a ve Hürriyet'e 1.sayfadan ilan verdi:


"Yapılan tetkik sonucu böyle birinin burada çalışmadığını saptadık."

Edirneliler hayal kırıklığına uğradı. İzdiham bitti, devamlı müşteriler ziyaretlere devam etti tabii.

Özlüyoruz seni Şok!

Nasıl Yani? -5-

Nevrim Teorisi

Son olan gelişmelerden haberdarsanız; ülkemizin yüz akı dergilerinden Bilim ve Teknik'in bu ay çıkan sayısının kapağı Darwin olduğu için değiştirildiğini, editörününse Tübitak'ın başkanı tarafından kovulduğunu biliyorsunuzdur. Sonra yalanlamalar falan, filan...Bunlar olacak tabii, işin doğasında var. Yeni editör Adnan Oktar olsun, zira kendisi Tübitak başkanlık kurulumuzdan çok daha önce evrimcilere cihat ilan etmişti. Derginin dağıtımı da NT Mağazaları'na verilsin.

Evrim teorisinin savunanlar, teistik evrime inananlar, evrimi tümüyle reddedenler...Bu konu da toplumda çok az kişinin bilgi sahibi olduğu, ama bir sürü insanın fikrini sunduğu konulardan. Benim kendime ait fikrim teistik evrimdir, yani maddenin yaratılışı ve maddelerden oluşan proteinler ve tek hücreliler, sonra çok hücreliler diye uzar gider bu. Neyse, benim fikrim de sonuçta okyanusta bir su damlası, çok da emin değilim zaten. Amma velakin bugün evrime inansın inanmasın herkes doğrudürüst birkaç yayınımızdan biri olan bu dergiye vurulan darbeyi kınamalıdır. Bilimin ve fikrin özgürlüğünün ideolojilerle baltalanmasına alışkınız biz gerçi. Bu olay için "demokratik açılımları hazmedin" diyen insanların ülkemizde bulunması, köşe yazısı yazması, üstüne bir de biyoloji profesörü ünvanının bulunması ne acı.

Gerçi bu konuda teoriyi takım tutar gibi tutan insanları da savunmuyorum. "Türlerin Kökeni" kitabından beri evrim teorisinde de değişiklikler ve gelişmeler oldu. Bu teoriyi savunmak ya da savunmamak bir tercihtir, düşmanlık değil; bunu onların da anlayamadığını düşünüyorum. Ama onlar en azından böyle numaralarla kendi düşüncelerini dayatmıyorlar, açık açık tartışarak bunu yapıyorlar.

Velhasılıkelam, bu masalcıları Tübitak'ın halletmesinen sonra, Türkiye Futbol Federasyonu'nu lisanslı bir oyuncu hakkında göreve davet ediyorum. Lisansı yırtılsın, ismi değiştirilsin, gazımızı almazsa recm edilsin.

http://www.tff.org/Default.aspx?pageId=30&kisiId=26349

Soyadı da devrim köpeğin, demokratik açılımlardan sonra yeri yok böyle adamların Türk futbolunda.

Gonca Öncel

Senden başka çektiğim dert kalmadı
Çektiklerim bana hiç ders olmadı
Verilecek bir hesabım kalmadı
Git, ellere yar ederim seve seve, seve seve
Ben seni seve seve...

Kimse seni sevmeyecek
Benim kadar, bu bir gerçek
İster kul ol ister köle
Tüm aşklar bir gün bitecek...

Kaybolunca etrafından insanlar
Anlarsın yalnız kalanlar ne yapar
Lüzumsuz bir aşk içinmiş tüm bunlar
Git, ellere yar ederim seve seve, seve seve..
Ben seni seve seve

Kimse seni sevmeyecek
Benim kadar, bu bir gerçek
İster kul ol ister köle
Tüm aşklar bir gün bitecek...

Diego Armando

Bilen de vardır bilmeyen de bu resmi, dayanamadım koydum bloga. Bu resme fazla yorum yapacak birşey de yok aslında; kelimeler Belçikalı oyuncuların bacakları kadar kifayetsiz Diego Armando'dan bahsedeken.

Müslüm Gürses ve Biz


Eskiden onu tu kaka gösteren tipler şimdi ne kadar benimsedi farkında mısınız? Müslüm Baba'nın pop ve rock şarkıları cover'laması bir anda jiletçi gençliğin simgesi olmaktan çıkardı, üniversiteli, cool gençlerimizin sevgilisi olmaya götürdü. Her zaman savunduğum birşey var ki, zaten hepsinin derinliklerinde su götürmez bir arabesk sevgisi vardı, sadece açığa çıkarmak için bir bahane arıyordular.

Beni tanıyan herkes bilmez ama benim en sevdiğim iki müzik türü metal ve arabesktir. Ayrıca ben Türkiye'de müthiş bir çoğunuluğun arabeski çok sevdiğini düşünüyorum. Ama geçmişten gelen ötekiye hayranlık ve arabeskin hayran kitlesi vs. bunu ifade etmelerine engel. Müzik kültürü çok küçük yaşlarda oluşmaya başlayan bir olgu; Türkiye'de çoğu insanın coğrafi(bkz: Türkiye'nin jeopolitik önemi falan filan), sosyal hayat ve kökenler sebebiyle kulakları arabeskle harmanlanmıştır. Hepsi arabesk değil belki ama doğu ezgileri diyelim. Bu yüzden ister minibüs şoförü, ister Ph.D sahibi olsun insanımızda sadece arabesk müziğe değil, arabesk kültürün tümüne eğilim vardır(Ondan başka bir yazıda detaylı bahsederim fırsat olursa). Türkiye'nin en çok ilgi gören rock grubunun Duman olması tesadüf olmasa gerek.

Eski konserlerinin hemen hemen tümünde kendini jiletleyen gençler bulmak mümkündü. Bu duruma verilen tepki kişiden kişiye değişir. Sonuçta bazı insanlar için müzik arka fon aracı, bazı insanlar için de duygu boşalmasıdır(benim için de öyle mesela). Ama buna tepki gösterip, Ceza'nın konserinde haykırarak küfrediyorsan, Şebnem Ferah'ın konserinde ağlıyorsan, Lamb of God konserinde ölüm duvarı yapıp karşındakine koşarak çarpıp yere seriliyorsan samimiyetsizsindir, çünkü senin için de müzik içindeki aşırılıkları ortaya çıkarmana yarayan bir olgudur.

Neyse efenim, bu sorunlar zaten bitti, artık gerine gerine Müslüm Baba diye bağırabilirsiniz; eskiden sevmezdiniz ama son kasetleri çok iyi abi...

Bir Telegol Klasiği

Fevkaladenin fevkindeki program Telegol, meşhur canlı yayın kazalarından birine daha bu sefer Ziya Şengül'le imzasını atmış. Ahmet Çakar'ın kelimeyi duyduğu andaki yüz ifadesine dikkat çekmek istiyorum.

Ahmet Çakar, Telegol, Flash Tv...Bunlar da olmasa cidden çekilmez bu diyarlar.

Vanessa Bryant



Karl Malone boşuna iş atmamış valla:) Yalnız üstündeki yazı biraz irrite ediciymiş, bir rapçi havası var kızımızda; zamanında Snoop Dogg'un klibinde oynamışlığı var zaten. Snoop için de Müslüman oluyor iddiaları var, bu iddialar doğruysa ve Cat Stevens'tan Yusuf İslam'a doğru bir dönüşüm yaşarsa bu göreceğim en absürd olaylardan birisi olur.

Nasıl Yani? -4-


Nasıl Yani?'miz über antrenör, aşmış insan Sivasspor teknik direktörü Bülent Uygun'dan bu sefer. Bülent Hoca buyurmuş:

http://www.spor3.com/news_detail.php?id=454187

Galatasaray’ın Fenerbahçe’ye 6-0, Beşiktaş’ın da Liverpool’a 8-0 yenildiği maçları hatırlatan Uygun, “Evet biz 5 yeriz, 7 yeriz ama 6 yemeyiz. Belki 7 yeriz, 9 yeriz ama 8 yemeyiz” dedi .


Ben de Fenerbahçe'liyim tamam da; bu kadar mı saçmalanır be kardeşim, bu kadar mı yalandan yalakalık yapılır? Fenerbahçe taraftarından sempati toplayacağını düşünüyor bu açıklamayla, acı olan şeyse bu görüşünde haksız olmaması. Hee böyle saçmalayıp Fener'in başına geçmeyi dşünüyorsa hayal bile etmesin. Galatasaray'a Beşiktaş'a laf atmak senin neyine, sen önce Liverpool karşısına çıkma şerefine eriş de; sonra bakalım 7-8-9'lar 17-18-19'a mı dönüşüyor?

"Generalin Türbülansı" muhabbeti de buraya güzel bir konu olabilirdi Bülent Hoca'dan. Ama incilerini bir dökmeye başlarsak bitmek bilmez. Neyse, son bir kuple alalım ondan bari.

http://www.ajansspor.com/futbol/superlig/h/20090129/wengere_meydan_okudu.html

Yurt dışında çalışan teknik direktörlerle, yerli teknik direktörleri de karşılaştıran Uygun, şöyle devam etti:
"Arsenal Teknik Direktörü Arsene Wenger, 1 milyar dolarlık takıma sahip olacak ve gelecek Sivasspor'u 3-0, 4-0 ya da 5-0 yendiği zaman dünyanın en büyük hocası olacak. Gelsin, Sivasspor ile beraber Arsenal'i 3-0, 5-0 yensin o zaman ben ona (dünyanın en büyük hocası) diyeyim. Buraya gelsinler, çalışsınlar da onları o zaman göreyim. Biz Türkler, dünyanın en iyileriyiz. Kalbimizde sevgi var, yeter ki en iyi olduğumuzu bilelim"

Dostum, neden biraz oturup soluklanmıyorsun?


Olmaz Herhalde


Bu sezonun ilk yarısında hayatımda gördüğüm en iyi futbolu oynayan Barça, kendi evindeki Espanyol ve bu haftaki Atletico Madrid yenilgilerinden sonra, ilk yarıda hayatımda gördüğüm en rezil Real Madrid'den sadece 4 puan önde. Tablonun bu noktaya gelmesi şaşırtıcı tabii, ilk yarı 3.lig takımına kupada elenen , kendi evinde sürekli hüsrana uğrayan Real Madrid'ken, Barcelona çoğu kuvvetli takımı 30 dakikada dörtlüyor ya da beşliyor, futbol oynamıyor şiir yazıyordu. Nou Camp'ta karşılaştıkları maçı hatırlıyorum da Real İstanbul'a gelmiş Anadolu takımı gibiydi sahada. Top rakipteyken yarı sahayı geçmeye korkan cinsten hem de... Peki şimdi ne oldu da işler tersine dönmeye başladı. Real Madrid haftalardır kazanıyor; Barça da kazansa bir işe yaramayacak ama Barça düşmeye başladı, şampiyonluk da riske girdi artık. Belki rehavet, belki Lionel Messi efsanesinin çok erken yaratılmış olması; ama bildiğim Barcelona buralardan şampiyonluk falan vermez adama. Yine de ilk yarıdaki yıkılmış Real Madrid'in iştahlanmaya başladığını sezmek zor değil.

Top 10 Kobe Bryant (2008-2009 Sezonunun İlk Yarısı)

Yeryüzünün en büyük skoreri, MVP, NBA tarihindeki birçok rekorun alt üst olmasının sebebi olan adamın bu sezonun ilk yarısında akıllarda kalan 10 hareketinin görüntüleri.

BKA 3 - Pseudo

Bu kelimemizi Türk Dil Kurumu'nun sitesinde tek başına bulmanız mümkün değil. "Pseudo" zaten bir sözcük değil, sözcüklerin başına getirilen bir ek olunca anlam kazanmakta. Getirdiği anlam da şu; bir durumun ya da özelliğin taklidi, sahtesi olmak. Yani pseudo-marjinal deyince aklımıza marjinal, aykırı hareket eden, toplumdan farklı olan değil; sahte marjinal, aykırı hareketler ve düşünceler için kendini zorlayan, toplumdan farklı olmaya çalışan biri canlanmalı gözümüzde. Bir de cümle içinde kullanalım.

Ben bugün pseudo-marjinal gördüm.

Yok bu tam olmadı, teoride doğru ama pratikte eksik var. Şöyle birşey deneyelim:

Günümüzün küreselleşen dünyasında trende karşı durmak da yeni bir trend haline geldiği için, ne yaptığından habersiz pseudo-marjinal tipler gençliğin önemli bir kesimini oluşturmakta.

Oh yeah:)Bu fena değil, mesaj da veriyor hem.

Hey Seni Yerler, Yerleeer

Bülent Korkmaz, Galatasaray'la 2009-2010 yılının sonuna kadar sözleşme imzalamış. Skibbe Kocaelispor karşısındaki 2-5'lik hezimetten sonra gönderildi biliyorsunuz. Kocaelispor demişken size günün bilgisi;Taner Gülleri(Yanılanlar olabilir, ismi yeni bir gül çeşidi değildir.) ligde attığı 13 golün 8'ini 4 büyüklere atmış. Gerçi 4 tane birden Galatasaray'a atınca istatistiğin şaftı kayıyor biraz ama, neyse.

Bülent'in Teknik Direktörlük kariyerini hatırladığım kadarıyla kendisi biraz anti-futbol yanlısıydı. Gittiği takımların maçlarına alt oynamak tercih edilirdi hep:)Galatasaray'da Türkiye'de son yıllarda hızlı oynamanın ve hücum futbolunun öncüsü bir takım(Skibbe'li son maçları saymayın, zaten ondan gönderildi adam.), bu takıma o tarzda bir futbol oynatırsa belki sezonu bitiremez. Genç ve Türk olmasının ilk yenilgide koltuğunu sallayacağı da aşikar. Fazla ömür biçemiyorum kendisine, biraz da ilk serüveninden dolayı abartıldığını düşündüğümden belki, sezon sonuna kadar anca dayanır gibi geliyor. Bakalım, belki de muhteşem bir teknik direktörün doğmasına tanıklık ederiz , kimbilir.

Hakan Şükür de hasetinden çatlıyordur şu sıralar.Cevat Hoca içinden ne geçiriyordur acep?